Kastamonu Seydiler Kız Kur’an Kursu’nda hâfızlık merasimi Kazancını ve ömrünü “hizmet” yolunda harcamayı kendine şiar edinen Hüseyin Akpınar telefonla arayıp, “Seydiler’de bir külliye yapıyoruz, içinde faal durumda olan Kur’an kursunda da, her yıl olduğu gibi bu yıl da hâfızlık merasimi var, ayrıca bir de kütüphane binası tasarlıyoruz, görüşlerinden istifade etmek istiyoruz. Bizimle gelir misin?” dediğinde, şartlarımın uygun olduğunu görüp “olur” dedim. 24 Eylül Salı günü Kastamonu’yu orta yerinden bölen çay boyunca ilerleyip Seydiler ilçesine doğru yol aldık. Seydiler 3500 civarında insanın yaşadığı küçük bir yerleşim birimi… Çayır mahallesine varıp, ara sokakta ilerlerken karşımızda bir hareketlilik gördük. Biraz daha ilerledikten sonra Hüseyin Akpınar ve arkadaşlarının telâş içinde koşuşturmalarına tanık olduk. Artık hedefe varmıştık, saatlerimiz 09.45’i gösteriyordu. “Hoş geldiniz” karşılamasından sonra, yeni yapılan Kız Kur’an Kursu’nun en üst katına yönlendirildik. Burada peynir başta olmak üzere yöresel ürünlerden oluşan bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıda ilçe kaymakamı Rıdvan Eroğlu, müftü Mehmet Bayram ve kurs görevlileri de vardı. Dudullu Habîb-i Neccar Camii İmamı Hüseyin Güleç, kahvaltının lezzetine kendini kaptırmış olacak ki “vaaz”dan pek farkı olmayan volümü oldukça yüksek uzun bir “sohbetli yemek duası” yaptı. Saat 10.30’dan itibaren kurs binasının da içinde yer aldığı, aynı bahçedeki törenin yapılacağı salona doğru hareket ettik. Hâfızlık merasimi için tertip edilen tören 11.30’da başladı. Çok amaçlı salonun sahnesinde İstanbul’dan giden/gelen hocaefendiler Hüseyin Güleç, Ali Rıza Temel, Celal Yılmaz, Ekrem Nalbant, Gebzeli Yusuf Hoca ve adını hatırlayamadığım “Gebzeli bir okuyucu” sahnede yerlerini aldılar. Sunuculuğunu, programın akışını da idare eden Gebzeli Yusuf Hoca yaptı. Her bir konuşmacıyı tanıtmasının yanı sıra, aralarda okuduğu şiirlerle ve anlattığı çeşitli anekdotlarla toplantıyı hareketlendirmeye çalıştı. İstanbul Süleymaniye Camii İmamı Ekrem Nalbant’ın Kur’an-ı Kerim kıraatiyle toplantının açılışı yapıldı. Ardından ilçe müftüsü Mehmet Bayram, “ileriyi görmüş gibi” çok kısa bir şekilde “hoş geldiniz” diyerek herkesi selâmladı. Zarif bir beyefendi olan ilçe kaymakamı Rıdvan Eroğlu, toplantının ruhuna ve amacına uygun kısa bir konuşma yaptı. Hayır sever insan Sadık Özcan’ı minnetle anmayı ihmal etmedi. Sıra İstanbullu hâfızlara geldiğinde, Celal Yılmaz ve ekibi merasimin odağını oluşturdukları için kendilerinden bekleneni en güzel şekilde ifa ettiler. Celal Hoca güzel okuyuşuyla “Yemen illerinde” ilâhisiyle gönül tellerine dokunup herkesi duygulandırırken, koro da gönüllere ferahlık veren ilâhilerle üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdi. İlâhilerin ardından “yerli katkı” vermek üzere Kastamonu Nasrullah Camii İmamı Kahraman Şekercioğlu bir aşr-ı şerif okumak üzere kürsüye davet edildi. Huşû içinde dinlenilen Kur’an-ı Kerim’i takiben, Devrekâni Müftüsü Âlim Bey, “hâfızlığın önemi” üzerinde uzunca bir “konuşma” yaptı. Müftü bey önceden uyarılmadığı için olsa gerek ki, konuşması uzadıkça salonda sıkılma alâmetleri baş gösterdi. Bu hal, bu gibi hallerde “toplantının süresi” ile birlikte, konuşmacının da “konuşmasını iyi bir düzenleme”ye tâbi tutmasının çok gerekli olduğunu hatırlattı.
“Benim yârim
gelişinden bellidir” edasıyla salona teşrif eden Kastamonu Müftüsü Dursun Ali Şeker’e hemen söz verildi. Müftü bey
“neredeeen nereye!” ifadesini açımlayan bir konuşma yaptı ve başka bir
aktiviteye katılacağını söyleyerek salondan ayrıldı.
Üst üste yapılan uzun “konuşmalar”ın ortamı boğmaya başladığı bir sırada; dinleyen herkesin gönlünde yankı bulan “Sevdim seni mâbûduma” ilâhisini, “Celal Yılmaz ve ekibi” koro halinde okuyarak imdada yetişti. Ardından kaside üstadı Celal Yılmaz “Şâhidim arz u semâdır” kasidesiyle duyguları zirveye tırmandırdı. Müezzin öğle ezanını okumaya başladığında, “Namaz burada salonda birlikte kılınacak” uyarısına rağmen dinleyenlerin bir kısmı salonu terketti. “Ezan duası”nı müteakiben koro ve akabinde de Ekrem Nalbant bir ilâhi okudu. Toplantının esas konuşmacısı Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi hocalarından Ali Rıza Temel’e söz verildi. Temel Hoca da, geçmişe gidip ashabı yâdederek günün anlam ve önemine uygun olarak “efrâdını câmi, ağyârını mâni” bir konuşma yaptı. Temel Hoca, Diyanet’in kurslarında okuyan öğrencilerin, yüzde doksanının kızlardan oluştuğu bilgisini paylaştı. “Kitab”ın ne anlama geldiği üzerinde durdu. Seydiler’de medfun Seyyid Zülfikar dolayısıyla bu toprakların bereketli olduğunu ifade ederek “Seydiler bir fideliktir” diyerek konuşmasını tamamladı. Dua için son söz Hüseyin Güleç’e verildi. Güleç Hocaefendi “eş anlamlı” ve “redifli” kelime ve cümleleri tekrarlayarak “dua-konuşma”sına başladı. “Sekiz saatlik yoldan geldik, bir şeyler söylemek zorundayız” argümanını temele koyarak, “yüksek volümlü”, zamanı ve dönemi 1970’lerde kalmış olması gerektiğini düşündüğüm bir konuşma-dua irat etti. Oturduğum yer, herkesi görmeye imkân veriyordu. “Dizlerinin üzerine oturmuş” vaziyette dinleyenlerin yüzlerine baktığımda, “bağıran hoca”yı gözlerini açmış bir vaziyette “seyrediyorlardı!” Neler hissettiklerini elbette bilemem, fakat gözlerinde ve yüzlerinde aradığım “takdir duygusu”nu ne yazık ki müşahede edemedim. Artık herkes biliyor ki cemaat / halk “bağıranlar”ı dinlemiyor, sadece “izliyor!” Konuşma uzadıkça da diz üstü oturanlar sürekli pozisyon değiştirmek zorunda kaldılar. Salonda bu “notları” yazarken hocaefendinin bağırmasından kulaklarım çınlamaya başladı. İnsanlarda travmaya vesile olabilecek bu tür bağırmaların, özellikle “din adına nasihat etmek” üzere kullanılmasını tasvip etmek mümkün değildir. Sebebini tam olarak kestirememekle birlikte -hocaefendinin kârhanesine yazılmak üzere-, bir iki yaşlı amcanın “takdir sadedi”nde başını sallamasına şahit olduğumu da belirtmeliyim! Hocaefendi sözlerini, kursun ek binası için “para toplama” konusuna getirdi ve “Arabaya benzin konacak! Demir para istemiyoruz! Herkesin elini cebine sokmasını istiyoruz” gibi espri yüklü (!) sözlerle sahnenin önüne konan karton kutuyu “hedef” gösterdi. Para toplama işi bittikten sonra dua cümleleri söylemeye başladı. Keşke bir yol bulunsa da hocalar, para konusunda cemaatle muhatap olmasalar diye düşündüm. Bu duygular içerisinde merasim bittiğinde saatlerimiz 13.45’i gösteriyordu. Cemaat halinde öğle namazı kılındı.Bu tür toplantılarda nasıl bir yol izlenmeli, neler söylenmeli, neler söylenmemeli? “Biz ne verirsek dinleyenler bunu yutsun!” demek ne kadar doğrudur? Dikkat edilirse sorun ara yerde, hâfızlık yapanlarda yani öğrencilerde ve hayır yapan / para verenlerde değil! Vali beyin son anda katılamayacağını bildirdiği merasime, Seydiler ilçesi halkının büyük ilgi gösterdiğine şahit oldum. Hayır sever insanlar “ortak eserleri”ni görmenin haklı gururunu yaşıyorlardı. “Kur’an’a hizmet için” hayra vesile olanlardan rabbim razı olsun; sadaka-i câriyeleri uzun soluklu olur inşallah! Son olarak Hüseyin Akpınar ve hayırda yarışan dostlara Allah sağlıklı ömürler nasip etsin diyerek, aynı anda seksen altı öğrencinin eğitim görebileceği Sadık Özcan Kız Kur’an Kursu’nun, Seydiler halkına ve ülkemize hayırlı olmasını dilerim! |
Gezi Notları >